İslam'da Hürriyet

             Hürriyet Nedir?

Klasik sözlüklerde hürriyet kelimesi hem “soyluluk” anlamında masdar olarak hem de “azat edilmek” anlamında h-r-r mastarından isim olarak kullanılmıştır. Bu kelimeye eski Arap edebiyatında sık rastlanmaz. Bu kelimenin kullanıldığı yerlerde ise “bir şeyin iyisi” anlamında kullanılmıştır. Örneğin meyvenin iyisine “hürrü’l-fâkihe, bir yerin en iyi yerine “hürrü’d-dar” ve sanat değeri taşıyan söze hürrü’l-kelam adı verilirdi.

Hür kelimesi sosyal seviyede “efendi”yi (seyyid), hüre kelimesi ise “hanım”ı (seyide) ifade eder.

Kuran-ı Kerim’de hürriyet kelimesi geçmez. Ancak bir ayette köle olmayan anlamında iki kere “hür” kelimesi geçmektedir. Beş farklı ayette ise köleyi özgürlüğüne kavuşturma anlamında “tahrir” kelimesi geçmektedir. Bazı hadislerde kölelikten azat edilmiş olanlar için harrer kelimesinin kullanıldığı görülmektedir.

Felsefe, tasavvuf ve ahlak kitaplarında hürriyetin gitgide ahlaki anlama doğru kaydığı görülmektedir. Fârâbî, geleneğe uyarak kemer kelimesi ile aynı anlama gelecek şekilde kibirlenme ve alçalma şeklindeki iki aşırılığın ortasında yer alan erdem olarak bir ahlaki yön çizmiştir. Fârâbî, düşünme ve irade gücüne sahip olanı “hür “, bunlardan yoksun olanı ise “hayvani insan”, sağlıklı düşünebildiği halde irade gücünden mahrum olanı da köle tabiatlı olarak nitelemektedir. İbn Sînâ, aynı açıklamayı kerem kelimesi için yaptıktan sonra “nefsin, değeri yüksek ve faydası büyük olan işler hususunda yapılması gereken harcamalardan hoşlanması” şeklinde tanımlar bunun aynı zamanda hürriyet diye anıldığından bahseder. Gazzâlî ise tasavvuf geleneğindeki tanımlamaya uyarak hürriyeti “tutkuların esaretinden kurtuluş” anlamında kullanır. Onun “kanaatte hürriyet ve izzet vardır” sözünden kastedilen budur. Bunun dışındaki birçok düşünüre göre hürriyet ahlaki açıdan “iyi ile kötü arasında fark gözeterek iyi olanı seçip yapma yeteneğidir.” Şeklinde tanımlanmıştır. Mübeşşir b. Fâtik, hürriyeti “insanın hayra hizmet etmesi, kendini buna adamasıdır. İnsanın hürriyetinin ölçüsü hayra hizmetidir. Çünkü hayra yönelmeyen insan hür değildir” şeklinde açıklamaktadır.



Hürriyet kelimesi, ilk defa Fârâbî’nin eserlerinde sosyoloji ve siyaset alanına taşınarak “fertlerin istek ve arzularını gerçekleştirme özgürlüğü anlamında kullanılmıştır. Eflatun gibi Fârâbî de erdemli bir toplumun ancak bilgi ve ahlakta topluma model olarak onları topyekûn erdeme ve mutluluğa ulaştırma sorumluluğu taşıyan bilgelerin yönetimindeki devlette gerçekleşebileceğini düşündüğü için bütün vatandaşlarının dilediklerini yapmakta tamamen eşit şekilde serbest oldukları bir devleti “cemaî devleti” ideal bir devlet olarak görmemiştir. Ancak Fârâbî böyle bir toplumda erdemli insanların, filozofların, hatip ve şairlerin yetişmesini de mümkün görür. Ayrıca erdemli kişilerin yönetimindeki erdemli devletlerin de ancak fertlerin asgari maddi imkanlarla yetindiği “zaruri devlet” ile bireysel özgürlüklerin hakim olduğu “cimai devlet” modelinden inşa edileceğini öngörür. Buna göre erdemli olmayan devlet içinde en iyi yönetim şekli hürriyet yönetimini esas alan “cemai devlet” olduğu söylenebilir.

Daha sonraki dönemlerde hürriyet kelimesi daha çok bireyselleştirilmiş ve geniş ölçüde “cömertlik” ile nefsin isteklerini baskı altına almaktan doğan özgürlük şeklinde iki ahlaki alan ile sınırlandırılmıştır. Nitekim İbn Miskeveyh hürriyeti “uygun olan yerlerden mal kazanmayı, uygun yerlere harcamayı sağlayan, uygunsuz yollardan kazanmayı engelleyen nefse ait bir sıfat” olarak tanımlamıştır. Gerçek hürriyetin içi boş bir şeref ve efendilik iddiası değil, küçültücü ve erdemsiz davranışlardan sakınarak öncelikle insanın kendi onurunu korumasını sağlayan bir erdem olduğuna işaret eder. Onun “nice kölelerden gördüğüm vefayı pek çok sözde hürden görmedim sözü ise Fârâbî’nin geçek hürriyeti ahlaki yükselişte gerçek köleliği ise ahlaki tefessühle izah eden görüşüyle uyuşmaktadır.

İsfehâni ise hürriyet terimini, biri hukukî diğeri ahlaki olmak üzere iki farklı tarifle açıklamaktadır.  Hukuki anlamda hürriyet, “bir kişiye statüsüne ve durumuna uygun olan hükmün uygulanması”, ahlaki anlamda ise dünyevi menfaatler hırsı gibi çirkin sıfatların insana hakim olmaması”dır. Yine onun tespitine göre bazı hakîmler, hürriyetin büyük küçük bütün iyilikler için, keremin ise yalnızca büyük iyilikler için kullanılabileceğini söylemişlerdir. Buna göre her hürriyet keremdir ancak her kerem hürriyet değildir.

Nefs ve dünya tutkularından kurtuluş anlamındaki hürriyet ilk sufilerden itibaren tasavvuf ahlakının temel ilkelerinden olmuştur. Kuşeyrî’ye göre “kulun yaratılmışlara köle olmaması, maddeler âlemindeki herhangi bir gücün onun üzerinde etkisinin bulunmaması” hürriyettir. Gerçek hürriyet, Allah’a tam kulluktadır. Başka bir ifadeyle hürriyet kalpteki tevhit inancının ahlaka ve amellere yansıması olarak da değerlendirilebilir. 

Tasavvufi sulûkun başlangıcında irade varsa da hürriyet yoktur. Mürid, mürşidin delaletiyle seyr u sülûk sırasında verdiği şiddetli bir mücahede ve riyazat sayesinde dünya ve nefs bağlarında kurtularak hakiki hürriyetini kazanmaktadır. İnsanın iradesi daima Allah’ın iradesine bağlı olduğunda gerçek hürriyeti tadar.

Gerek mutasavvıflar gerekse diğer İslam düşünürleri arasında ahlaki hürriyeti metafizik bir temele oturmaya çalışan tek düşünür Gazzâli olmuştur. Gazzali insandaki mevki tutkusunun yetkinlik  arayışından ileri geldiğini, yetkinliğin ise üç temel unsuru bulunduğunu belirterek bunları kudret, ilim ve hürriyet şeklinde sıralar. Bu unsurlar temelde Allah’a ait sıfatlardır, ancak özündeki tanrısallık sebebiyle insan da ilim ve hürriyete ulaşabilir. İnsan için ilmin son noktası marifetullah olan bilgi birikimi, hürriyetin son noktası ise tutkuların esaretinden, dünya kederlerinden ve bunların istilasından kurtulmaktır.

Hürriyet konusu kelam ilminde de yoğun olarak tartışılmıştır. Fakat literatür olarak kelamcıların dilinde hürriyet kelimesi değil bunun yerine “seçme özgürlüğü” anlamına gelen “ihtiyar” kelimesi kullanılmıştır. Bu tartışmalarda Mu’tezile, tam bir irade hürriyetini savunurken, Cebriye insanın özgürlüğünü temelden reddetmiş, Eş’ariyye ve Maturidiyye’nin oluşturduğu Ehl-i Sünnet ise aşırı bulduğu bu iki görüş arasında orta bir yol olarak “kesb” düşüncesini geliştirmiştir. Ancak irade hürriyeti konusunda Eş’ariler Cebriyye’ye, Maturidiler ise Mu’tezileye daha yakın bir konumda bulunmaktadır.

İslam dünyasında siyaset kültürü üzerinde iyi yönetim ve kötü yönetim üzerinde bir çok tartışma yapılmış ise de tartışma daha çok hürriyet üzerinde değil, adalet üzerinde cereyan etmiştir. Batı’da olduğu gibi İslam dünyasında da temel insan haklarından veya vatandaşlık haklarında biri olarak siyasi, hukuki ve toplumsal özgürlükleri ifade eden anlamıyla hürriyet kavramının, ilk defa 1789 Fransız ihtilalinin etkisiyle Tanzimat döneminden itibaren önce edebi eserlerde, daha sonra da hayatın çeşitli alanlarında kullanılmaya başlandığı görülmektedir.

Kaynak: Diyanet İslam Ansiklopedisi

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski