Fârâbî
ve İbn Sînâ’da Yaratma
Tanrıyı
tanıyan felsefe düzenleri
A)
İkicilik (çokçuluk): İki veya daha çok varlık eşit derecede ezelidir.
B)
Birlikçilik: Ezeli olan tek varlık vardır.
B1.
Tekçilik (Panteizm, vahdeti vücud): Tek varlıktan başka varlık yoktur,
görünenler görüntüdür.
B2.
İlkçilik: Tek varlık ezelidir, ilktir. Diğer varlıklar onun tarafından meydana
konmuştur.
İkiciliğin
örnekleri: Ebu Bekir Razi, Platon’un ideleri, Aristoteles’e göre ilk muharrik
olarak tanrı ve madde.
B1.
Tekçilik: Panteizm ile Vahdeti Vücud arasında bazı farklar vardır. Panteizmde
tanrı ile kainat aynı olduğu halde vahdeti vücudda ise her şey tanrıda ancak
tanrı olarak değil, gerçekliklerini ondan alarak vardır. Tanrının varlığı
kainatı içine almakta fakat kainat tanrıyı içine almamaktadır. Tanrı kainatın
hem içinde hem de ondan aşkındır.
B2.
İlkçilik: Bu görüşe göre tanrıdan başka olan varlıklar tanrı ile özdeş olamaz,
onunla aynileşemezler. Bu varlıklar tanrının gölgesi veya görünüşü gibi
karanlık veya belirsiz değildirler.
Nedencilik:
Burada
temel problem şudur: 1. Eğer neden, zorunlu olarak nedenliyi meydana
getiriyorsa, artık ilme yapacak fazla bir şey kalmıyor. İlmin sorumluluğu
yalnızca neden ile nedenliyi bulmak olacaktır. Diğer taraftan neden olmaz ise
ilimin herhangi bir konusunun olamayacağı endişesi bulunmaktadır. 2. Neden,
mantiki anlamda zorunlu olarak nedenliyi meydana getirdiği kabul edilirse,
insanın iradesine yer kalmayacaktır.
Aristoteles’in
ortaya koyduğu dört nedenden ilk ikisi olan gaye ve fail neden asıl nedendir,
geri kalan maddi ve sûri neden ise dolaylı olarak nedendir. Birincisi yapan
(aktif), diğer ise durgun (pasif) nedendir.
Neden
– Nedenli İlişkisi:
Tabiat
olaylarındaki nedenlilik zorunluluğu insan düşüncesini etkilemiş ve böylece bu
zorunluluk mantiki zorunluluk olarak kabul edilmiştir. Bir olayın nedeni
bilinince o olayın meydana gelme zorunluluğu mantiki anlamdaki zorunluluk
olarak devam etmişti. Ancak buna Hume ve İslam Dünyasında Fârâbî itiraz
etmiştir. Fârâbî, mümkün varlıklarda kesinliğin olmadığını söylediği gibi
ateşin de mutlaka yakmayacağını söylemiştir. (s. 92)
Fiziksel
nedenler, olduğu gibi irade sahibi canlı varlıklara uygulanamazlar. Canlı
varlıkların hareketlerini açıklamak için psikolojik nedenlerin de bilinmesi
gerekmektedir.
İbn
Sînâ’ya göre neden ile nedenli arasında şu kuralların bulunması gerekir.
1.
Neden, nedenliden öncedir.
2.
Nedenli nedene bitişiktir, onunla sürekli temas halindedir.
3.
Nedenli nedeni takip eder, nedenli ertelenemez.
4.
Neden, nedenliyi meydana getirmek zorundadır. Ancak canlı varlıklar bundan
istisna edilmelidir.
5.
Nedenden nedenliye bir gücün, kuvvetin geçmesi gerekir.
A.
Maddesel Neden:
Bir
şeyi ayakta var olarak tutan, bir şey olacak kuvveti haiz olan var olma gücü ve
kuvveti. Bir şeyin o şey olabilmesinin
özü bir ilke olarak bulundukları nesnelerde şu iki noktada fark gösterirler.
1.
Madde, maddesel olan bir şeyin tek unsuru olarak bir şeyin maddesini meydana
getirmeye kafi gelir. 2. Bir şeyin
maddesel unsuru tek cins maddenin meydana getirmesi kafi gelmez. Bunlar bileşik maddeler için geçerlidir. (s. 95, ayrıntılar)
B.
Şekilsel Neden:
Şekilsel
neden, maddede meydana gelir ve ona tür niteliği kazandırır. Şekilsel neden
maddesel nedenin suret kazanmasıdır. Bir şeyin özünü oluşturan maddesel nedenin
herhangi bir şekil ve suret alması onun şekilsel nedeni olmuş oluyor.
C.
Fail Neden:
İbn
Sînâ, tanrının varlığını kabul eden filozoflar ile tabiatçılar ayırmakta ve
tabiatçıların fail nedene sadece hareket ettiren dediklerini, tanrıyı kabul
eden filozofların tabiat varlıklarında fail nedenin hareket ettiren olduğunu
kabul etmekle beraber fail nedenin bundan başka bir şey daha yaptığını ortaya
koyduklarını kabul eder. Onlara göre Tanrı, hareketin yanında kendi özüne
benzemeyen, ondan ayrı bir varlık vermektedir. Varlık sahibi olanlar, tanrıdan
aldıkları bu öze kendi kendilerine sahip olamazlar. Bundan yola çıkarak şu sonuçlara
ulaşılabilir. a. fail nednein özü yaptığı varlığın şeklini almaya ve ona
bürünmeye elverişli değildir. b. fail neden, yaptığı varlığın içinde bulunacak
şekilde onunla birleşmiş değildir. c. fail neden ile yapılanın her biri birer
varlık olarak birbirinden ayrılır. Bu sonuçlar, vahdeti vücuda bir reddiye
mahiyetindedir.
D.
Gaye Neden:
Yapanı
harekete geçiren, bu suretle de maddesel ve suri sebeplere tesir eden bir
kuvvettir. İbn Sînâ gayenin üç türlü olduğunu söylemektedir. 1. Gaye, fail
nedenin zihninde bulunur. 2. Gaye, isteyen veya tabii hareketlerde bulunur. 3. Gaye,
failden başkasında bulunur.
Aristoteles’in
gaye neden ile ilgili görüşlerine göre 1. Tabiatta her olayın bir nedeni
vardır. 2. Nedenler sonsuza gidemezler. 3. Hareket eden her şey güç sarf
etmektedir. Dolayısıyla hareket etmeyen bir güce ihtiyaç vardır. Ayrıca
Aristoteles, yetkin neden ile varlıklar arasıdaki ilgiyi kurabilmek için
varlıkları üç kategoriye ayırır. a. yalnız hareket eden varlıklar. b. hem
hareket eden hem de hareket ettiren varlıklar. c. Hareket ettiren fakat hareket
etmeyen varlıklar. Üçüncüsü tanrı, ikincisi göksel küreler, birincisi ise
ayaltı alemdeki varlıklardır. Aristoteles’in ortaya koyduğu anlayışa göre
tanrı, pasif durumdadır. Kainattaki varlıkların hiçbirisi ile temas etmez. Onun
bilgisi bile ancak kendisini bilmesi içindir. Aristoteles’e göre Tanrı ile kâinat
arasındaki ilişki yalnızca kainatın Tanrıyı sevmesinden ve onun gibi olma
arzusundan ibarettir. Platon ise ezeli örnekler vardır. Bir de kainatın maddesi
vardır. Sanatkar olan Tanrı, ezeli örneklere bakarak, kainattaki varlıklara
şekil vermiştir.
II.
Sudur Nazariyesi:
Plotinus,
Aristoteles’in nedenciliği ile Platon’un “iyi”si arasında bir bağ kurmaya
çalışır. Bunu yaparken temelde zorluk ile karşılaşır. 1. Hem tanrı – kainat
ilişkisini açıklamak ve hem de Bir ile kainattaki çokluğu izah etmesi
gerekiyordu. Bunun için geliştirmiş olduğu prensip “Birden bir çıkar” oldu.
Buradan yola çıkılarak Plotinus felsefesinde üç ilke ortaya çıkmıştır.
1.
Bir: Hareketsiz ve gayesizdir.
2.Akıl:
Bir’in hayali, görgüsü ve düşüncesi olarak ortaya çıkar. Bu da Bir gibi
hareketsizdir. Yalnız Bir’i ve kendisini düşünür ve bilir böylece kendisinde
çeşitlilik ve çokluk gelişir.
3.
Nefs: Nefs, düşünür ilkenin düşüncesi, fikri ve işidir.
Bir
her şeyin kaynağıdır ama durgun ve sessizdir. Ondan düşünen ilke olan akıl
meydana gelir. Akıldan ise nefs meydana gelir. Nefs, düşünür ilke ile madde ve
hareket arasında bir anlamda soyut tümel varlıklarla cüzi varlıklar arasındaki
ilişkiyi sağlar. Nefs, kainatı yaratma ve planlama vazifesini görür. Tanrı ile
yaratma arasındaki bir halkadır. Plotinus, bu çıkışı Güneş’e ve Güneş
ışıklarına ve ateşe ve ondan yayılan sıcaklığa benzetir. Ayrıca Plotinus bu
üçlü arasında bir özdeşlik kurmak amacıyla iniş ve çıkış teorisini ortaya atar.
Yukarıdan aşağı inmek, teklikten çokluğa, aşağıdan yukarıya çıkmak ise
çokluktan tekliğe doğru yol almaktır.
Nefsin bir yanı aşağı varlıklar ile diğer yanı ise düşünür ilkeye
yöneliktir. Varlıklar nefs aracılığı ile Bir’e ulaşmayı amaçlarlar. Ancak bu
durum zaman içinde değil ezel içinde olmaktadır.
Plotinus,
tek bir varlığı ilk tanıyıp diğer varlıkları ona dayandırmasında
Aristoteles’ten ayrılmaktadır. Her ikisinde de varlıklar ezeli olsa bile
Plotinus’ta ezelilikte de Tanrıya dayanma söz konusudur, Halbuki Aristoteles’te
ezeli varlıklar Tanrıya dayalı değildir.
İbn
Sînâ ve Fârâbî’nin felsefesinde varlıkların Tanrıdan sudûr etmesi ile ilgili
olarak şu ilkeleri sayabiliriz.
1.
Zorunlu varlık diğer varlıkların kendisinden meydana gelmesinin sebebidir.
2.
Diğer varlıkların Zorunlu varlıktan meydana gelmeleri taşma yoluyla olmaktadır.
3. Zorunlu varlık diğer varlıkları için var
değildir. Diğer varlıklar hiçbir şekilde zorunlu varlığın nedeni olamazlar.
4.
Zorunlu varlık, başkasına varlık vermekle de kendinde bulunmayan bir yetkinliği
elde etmiş değildir. Varlığı başkasına varlık vermekle daha yetkin olmaz.
5.
Bir varlığın zorunlu,dan meydana gelmesinde zorunlu varlık özünden başka hiçbir
şeye muhtaç değildir.
6.
Varlıkların kendisinden meydana gelmesinde kendisine özünden yada dışarıdan
herhangi bir engelin bulunması düşünülemez.
7.
Özü gereği kendisinden varlıkların çıkmış olması, mantıksal bakımdan değil, kemalden
kaynaklanmaktadır.
Tanrının
kendini düşünmesinden çıkan ilk şey birinci akıldır. Bu akıl tektir ancak
varlığında ikilik vardır. Bu ikilik tanrıya göre zorunlu ve kendi özüne göre
olurlu oluşudur. İlk aklın düşüncesinde üç durum vardır. 1. Kendini var eden
ilk varlığı düşünmesi. Bunun sonucunda ikinci akıl ortaya çıkmaktadır. 2.
Kendinin ilk, zorunlu varlığa göre zorunluluğunu düşünmesi. Bunun sonucunda
birinci göğün nefsi ortaya çıkmaktadır. 3. Kendinin kendi özüne göre olurlu
olduğunu düşünmesi. Bu düşüncenin sonucunda ise birinci göğün cismi, yani
maddesi ortaya çıkmaktadır. Diğer akılların ortaya çıkışında da 11. Aklın
çıkışına kadar süreç aynı şekilde işlemektedir.
Fârâbî
ve İbn Sînâ arasında bu akılların Tanrıdan çıkışı ve tanrı ile ilişkileri
hakkında bir ayrılık söz konusudur. Fârâbî’ye göre Tanrı akılların bitişik,
yakın sebebidir. İbn Sînâ’ya göre ise akıllar birbirinin sebebi olup Tanrı ile
aradaki vasıtalardır. (tartışma için bak s. 112.)
Sudûr
teorisi ile ilgili akla gelebilecek bazı problemler şunlardır:
1.
Filozoflar, tanrının birliğine karşılık onda birçok niteliğin de bulunduğunu
ancak bu niteliklerin bir ve aynı şey olduğu için tanrının tekliğini
zedelemediğini düşünmektedirler. Ancak her nitelik ayrı bir anlam taşımaktadır.
(s. 113.)
2.
Akılların varlığı çok ise her aklın ayrı ayrı zorunlu varlık ile temas kurduğu
düşünüldüğünde tanrının birliği bozulmuş olmaktadır.
3.
Akılların sayısı bir problemdir. 11 de bitmesi ve farklarının gökteki
gezegenlerden ibaret olması eski gök biliminin tesirini göstermektedir.
4.
Tanrının kendini düşünmesinden aklın meydana gelmesini düşünmek
açıklanamamıştır.
5.
Tanrının düşünmesi bir şey, aklın varlığı ise başka bir şeydir. Tanrının
düşünmesi onun niteliğidir, akıl ise düşüncenin kendisi değildir. Tanrının
düşüncesi kendinden ayrılmayacağına göre ve akıl da Tanrının varlığında yani
özü içinde var edilmeyeceğine göre tanrının kendini düşünmesi ile dışarıda
soyut, kendi kendine duran bir varlık nasıl meydana gelmiş olur?