Gerek felsefe gerekse din tarafından ortaya konulan tanrı tasavvurları açısından O’nun davranış tarzını belirlemenin imkanın olup olmadığı sorusu üzerine inşa edilmiştir.
Tanrının isteklerinin ne olduğu, ilkeleri dini bir kaynak olmaksızın belirlenip bir Tanrı – Ahlak ilişkisi ortaya konulabilir mi?
Burada tartışılan konuların başında:
- Tanrı tasavvuru insanın içine yaşadığı kültür ve coğrafyadan bağımsız mıdır?
Biz bugün araştırmalarımız sonucu görmekteyiz ki bırakalım dünyanın farklı coğrafi alan ve kültür havzalarını aynı kaynaklardan gelen üç din ve dört kutsal kitapta dahi tanrı tasavvurları bir değildir. Bu dinlerin nasıl ki ahlak, toplum, ibadet, ahiret gibi konularda tasavvurları farklıysa tanrı hakkındaki tasavvurları farklıdır. Bu farklılık İslamî bakış açısıyla yalnızca eski kitapların tahrif edilmiş olması ile açıklanabilecek bir durum da değildir. Öyleyse kutsal kitapların indiği dönemde yaşayan insanların bilinç seviyesi, bilgi birikimi, kültürel durumları, tarihi tecrübeleri vb. durumlar o toplumların tanrıyı nasıl bir varlık olarak algılayabileceklerini de etkilemiş demektir.
- Tanrının davranış tarzlarının belirlenmesi mümkün müdür? Eğer mümkün ise bu dini metinlere dayanılarak mı yapılabilir yoksa dinden bağımsız bir açıklama yapılabilir mi?
Tanrı hiç şüphesiz aşkın bir varlıktır. İnsanlar genelde kendi psikolojisi, düşünce yapısı, ahlaki anlayışı ve davranış modeline göre zihninde tanrıya bir rol biçme cesaretini gösterse de bunlardan hiçbirini kesin olarak doğru kabul edemeyiz. O yüzden tanrı hakkında düşünen insan sayısı kadar tanrı tasavvuru vardır da diyebiliriz. Ateistlerin gerekçelerinden biri de burada yatmaktadır. Tanrının yokluğunun zihinsel ispatından çok, kutsal kitaplardan esinlenerek anlatılan tanrı davranışlarının içinde bulunduğu ortama ve düşünce yapısına uymaması sonucu çıkan çatışma bireyi ateizme götürebilmektedir.
Tanrı tasavvurları dinden veya din dışı düşünce yapılarından kaynaklanabilir. Kaldı ki müslüman felsefecilerden Farabi'ye göre zaten din, dinin ortaya çıktığı toplumun düşünce yapısının gelişmesiyle ve sembolik hale getirilmesiyle ortaya çıkan bir olgudur. Buna göre tanrı tasavvuru en başta dinden bağımsız olarak bir toplumda var olmuştur da diyebiliriz.
- Allah’a inanmak ile Allah’ın bizden ne istediğini bilmek arasında nasıl bir fark vardır?
Allah'a inanmak çoğunlukla bir toplum içinde yaşayan insan için kültürel bir durumdur. Bu kültürel etkilenim kişiyi anlam veremediği bir takım dini davranışların yapılmasında oldukça etkili de olabilir. Halbuki dinler insandan bilinçli eylemlerde bulunmasını isterler. Dinin istediği bilinç tarzı dinde samimiyetten öte yapılan davranışların neden ve sonuçları ile anlamlarını bilmek ile olabilir. Tanrıyı bilmek, onun fiil ve yaratmasını tanımak bu bilincin ilk basamağıdır.
- Dinden bağımsız bir ahlak anlayışı geliştirilecekse bu ahlakın dayanağı nedir? İnsanın aklı ve vicdanı bu ahlakın kaynağı olması durumunda dinin akıl ve vicdan ile özdeşleşen anlayışlarına karşı nasıl bir tutum geliştirilebilir?
- Burada şu soru da sorulabilir: İnsanların kabul ettiği ve hem dinin hem de akıl ve vicdanın ittifak ettiği ahlaki kurallar, temelde hangisinden kaynaklanmaktadır. Başka bir ifade ile akıl ve vicdana uygun olduğu için mi dinde yer bulmuştur yoksa dinde yer bulduğu için mi insanlık bu yasaları benimsemiştir? Başka bir husus ise dinler içinde ahlaki öğütlerin bulunması, ahlaki ilklerin kaynağının din olmasından dolayı mıdır yoksa din vasıtasıyla ahlaki davranışların toplum içinde daha sağlam bir şekilde ve geniş kitlelerce benimsenmesinden dolayı mıdır? Ayrıca gerek farklı dinlerde helal ve haram kılınmış şeyler ve gerekse bir dinin kendi içinde ahlaki anlamda değişkenlik gösteren durumlar, ahlakın kaynağının din olduğunu kabul edenler tarafından izahı beklenen açıklamalardandır. Zira tanrısal ahlak ve istekler değiştiği için mi ahlaki hükümler değişmiştir yoksa toplumsal şartlar tanrıyı hüküm verme konusunda değişiklik yapmaya mı zorlamıştır? Burada Tanrı’nın her durum için belirlenmiş bir hükmünün olduğu ve hangi şart gerçekleşirse hükmün de ilahi kaynaklı olarak belirlenmiş şekilde insanlara iletildiği şeklinde bir açıklama üzerinde durulabilir.
Başka bir sorgulama da şunun üzerinden yapılabilir: Her ne kadar dinler kendilerini ahlak üzerinden sunmuş olsalar bile ebedi saadeti elde etme noktasında hiçbir din,kendisinden olmayanların ahlakının, kendisi için bir kurtuluş vesilesi olacağından bahsetmemekte ve kurtuluşu nihai surette ahlak üzerinden değil, inanç üzerinden temellendirmektedirler. O halde dinlerin açıklaması inanç
-Özetle; İslam’da ahlak kelimesi etimolojisi bakımından hem insanın psikolojik yapısını hem de fizyolojik yapısını ifade etmektedir. İnsanın yaratılışı, ahlakından bağımsız bir durum değildir. Ahlak ile yaratılış arasındaki bu bağ, insanın fiillerinin fıtrata yönelik olması gerektiğini ve yaratılışa aykırı fiillerin işlenmesinin kişiyi ahlaktan uzaklaştıracağını ima etmektedir.
- İslam Filozoflarının beslendiği felsefi geleneğe baktığımızda “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanma” meselesinin üzerinde durulduğunu görmekteyiz. İslam düşünürleri bakımından ise bu mesele farklı tarzlarda ele alınmıştır. Kelamcılar meseleye tenzihi bir açıdan yaklaşırken, sufi gelenekte “kamil insan” temellendirmesi üzerinden gitmişlerdir. Felsefi gelenek ise bilgiden yola çıkarak bilge/ahlaklı insan portresi çizmeye çalışmışlardır.